18 Şubat 2012 Cumartesi

Imparator Julien (Dönek Julien), Son Pagan

Julien'in Louvre Müze'sinde
bulunan heykeli
30 Nisan 332’de Konstantinopolis’te Roma Imparatorluğunun ilk hristiyan hanedanlığı olan Konstantin Hanedanlığı'nın bir üyesi olarak doğan Julien (Flavius Claudius Iulianus), 361’den 363 yılına kadar süren 18 aylık hükümdarlığının sonunda savaşta aldığı bir yara sonucunda ölürken tarihe Roma İmparatorluğu'nun son pagan imparatoru olarak geçti. Anne ve babası hristiyan olan, gençliğinde Nicomedia (bugünkü Izmit) ve Kapadokya kiliselerinde döneminin önemli din adamları piskopos Eusebius ve Mardonius tarafından yetiştirilen ama kendi çabası ile klasik felsefe kitaplarına ulaşan ve yirmi üç yaşında Atina’ya giderek neoplatonik paganizme kendini veren Julien, 330’da hristiyan olan ilk imparator I. Konstantin ile resmiyet kazanan, Roma İmparatorluğu'nun II. yüzyıldan itibaren başlayan paganlıktan hristiyanlığa geçiş sürecini tahtta olduğu 18 ay için durdurmuş ve geriye paganizme döndürmüştür. Julien büyük mücadeleler sonucunda son 30 yıldır Konstantin Hanedan'ı ile imparatorluğun resmi dini olan ve bir çok ayrıcalık kazanan kiliseyi çok kızdırır ve haliyle bir çok düşman edinir.


312 yılında İmparator Konstantin'in Milvian Savaşı'ndan bir
önceki gece gökyüzünde gördüğü haç işaretiyle paganlıktan
hristiyanlığa dönüşü
Konstantin'in Din Değiştirmesi (Rubens, 1622)
Amcası Konstantius tarafından 355 yılında Batı Bölgelerinden sorumlu imparator yardımcısı olarak atanan Julien, 357 yılında Gaul’de kazandığı savaşlardan sonra ordusu tarafından 360 yılında Paris'te imparator ilan edilir ve doğunun komutasını elinde bulunduran, o esnada Antakya’da bulunan amcası Konstantius’la savaşmak için doğuya doğru yola çıkar ama aynı esnada amcası Konstantius hastalanarak ani bir şekilde ölünce bir iç savaşa sebep olmadan tahtı alır. O dönemde Roma’nın en büyük tehdidi olan Pers İmparatorluğuna karşı savaşır, yaklaşık bir yıl boyunca ordugahını Antakya’da kurar ve o esnada imparatorluğu’da yine Antakya’dan yönetir. 363 yılında Perslilere karşı savaşırken bir mızrakla yaralanır ve birkaç gün sonra ölür, düşman tarafından değil ordusundaki bir hristiyan asker tarafından öldürüldüğüne dair savlar vardır.
İmparator olarak yaşadığı, o zamanların koyu hristiyan kenti Antakya’da kiliseye getirdiği kısıtlamalar ve pagan ibadetleri nedeniyle yerel halkla sürekli gerginlikler yaşamış ve hatta paganlığa geri dönmemeye kararlı bağnaz Antakya halkına yazdığı “Misogopon” (sakallı korkusu) adlı eserinde hristiyanlığa karşı verdiği mücadeleyi, pagan dininin güzelliklerini, klasik felsefe ve entellektüel aydınlanmayı anlatır, aslında eserin satır aralarında hristiyan Antakya halkına kızgınlığı ve hayal kırıklığı vardır.
Julien'i öldürerek hristiyanlığı
kurtardığına inanılan Kapadokyalı
Aziz Merkürüs
 

"Neden hala Meryem'i Tanrı'nın anası olarak anmaktan vazgeçmiyorsunuz? Ya bugün İshak gelse ve ben Bakire'den doğan Tanrı'nın ilk ve sevgili kuluyum, tüm yaradılanların ilkiyim dese ne diyeceksiniz?"
Julien, Misopogon, 362, Antakya. 

O zamanlarda pagan dinlere inanan, eski zamanlara dönmek isteyen klasik felesefe taraftarları bir “siyasi sembol” olarak antik çağın filozofları gibi sakal bırakırken, yeni akım hristiyanlar ise traş olurlarmış, kitabının ismi “sakal korkusu” burdan gelir. İnsanlık hiç değişmemiş, demek ki bundan 1700 yıl öncede saç ve sakalla ilerici ve gerici olunabiliyormuş. Neyse konumuza geri dönelim, Julien çocukluğunda piskopos Eusebius ve Mardonius'dan aldığı sıkı din eğitiminden sonra, on sekiz yaşında kilisede görev almış biri olarak eski ve yeni ahiti son derece iyi biliyordu, "öteki"leştirilmiş bir konuya değil kendisinin de bir zamanlar bir parçası olduğu bir cemaate yaptığı eleştiriler bu sebeple oldukça kuvvetlidir. Kitabında kendi hayatının ilk yirmi yılını hristiyan olarak geçirdikten sonra son oniki yılda doğru yolu, güneş tanrısı Helios'un yolunu yani paganlığı seçtiğini söyler. (Aşağıdaki Bronnikov'un tablosunun güzelliğine, öndeki pagan rahibin İsa'ya benzerliğine dikkatinizi çekerim) 

Julien gibi Helios'a yani Güneş'e tapan paganlar.
(Pitagorasçılar Güneşin Doğuşunu Kutluyor, Fyodor Bronnikov, 1869)
Antakya'ya geçmeden önce Konstantinopolis'te imparator olarak geçirdiği 5 ayda son derece verimsiz, pahalı ve yolsuzlukla idare edildiğini düşündüğü devlet işlerini düzeltmeye ve bürokrasiyi azaltmaya çalışır. Çeşitli kaynaklarda kendini halkı ve senatosu ile muhattap olmayan yüce bir imparator değil, "primus inter pares" yani "eşitler arasında ilk gelen" olarak gördüğü, kanunları dikte etmek yerine senatoya giderek senatörleri ile tartıştığı anlatılır. Hristiyanlıktan paganlığa geçmesi nedeniyle “Dönek Julien” denmesinin yanı sıra klasik felsefeye olan düşkünlüğü nedeniyle “Filozof Julien” olarak da anılır. Ben Julienin kendisinden önceki imparatorlardan yaşam ve etikle ilgili yazıları “Düşünceler” adı altında yayınlanan, “Filozof Imparator” Markus Aurelius’a benzediğini düşünüyorum, her ikisi de klasik düşünceye kendini adamış, Platon’un kendilerinden yüzyıllar önce söylediği: “filozoflar devlet adamı yada devlet adamları filozof olmalı” idealini gerçekleştirmişler. Entellektüel birikim ve yönetim becerisi gibi aynı insanda genelde bir araya gelmeyen iki nadir özelliğe, aynı anda sahip olan ender insanlardan olduklarını düşünüyorum. Bütün bu iyi yönlerine rağmen, Julien ile ilgili yapılan en önemli eleştiri elitist ve despot yapısıdır, kendisinin de üyesi olduğu klasik eğitim almış elit pagan zümreyi her zaman fakir ve eğitimsiz gördüğü hristiyanlardan üstün görür, paganlığı halka zorla dayatır, halbuki o zamanlar hristiyanlık zaten tam da bu sebepten taraftar toplamaktadır. Julien'in elitist filozof ve despot tarafı daha sonra tam olarak aynı biçimde XVIII. yüzyılda Avrupa'da "Aydınlanmacı Despotizm" adıyla vuku bulur. Rusya'da II. Katrina, Avusturya'da II. Joseph, Fransa'da VII. Louis bugün batı medeniyetinin üzerine kuruluduğu akılcılığa ve aydınlanmaya inanmış ve bunu halklarına çaresizce dayatmışlardır. Aydınlanma ve despotizmin gibi iki ayrı uçtaki kelimelerin tarih boyunca yanyana gelişi insanlığın önemli paradokslarından biridir, malesef ilerleme despotizm olmadan gerçekleşmemekte gibi görünmektedir. 

İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bahçesinde bulunan mezarı
Kendisinden sonra tahta, ilk icraatı kiliseye ayrıcalıklı pozisyonunu geri vermek olan hristiyan Jovian geçmiş ve Roma bir daha hiç bir zaman pagan olmamak üzere hristiyanlaşmıştır. Ölmeden önce son sözlerinin "sen kazandın Galileli (isa)" olduğu iddia edilir. Antik çağın paganları ilk hristiyanlar için Galileli dermiş, Galileli Judas ve arkadaşları Romalılara vergi vermeyi reddeden, sonları ölümle biten Yahudiyeli asilerdir. Klasik felsefe düşkünü, entellektüel ve aynı zamanda iyi bir devlet adamı (biraz da despot) olan bu antik Don Kişot eğer başarılı olsa ve Roma'yı paganlığa geri döndürmeyi başarsaydı ne olurdu diye düşünmeden edemiyor insan, acaba insanlık ortaçağı hiç yaşamaz mıydı?

Click here for English

4 Şubat 2012 Cumartesi

John Palaiologos VIII ve Floransa 1439 Katolik Ekümenik Konsülü


John Palaiologos VIII, Floransa ziyareti sırasında
Benozzo Gozolli tarafından yapılmış resmi (1439)

Palaiologos'lar Bizans'ı 1260 yılından 1453 yılına kadar yöneten, küçülme ve çöküş döneminde başta bulunan  hanedandır, John Palaiologos ise bu hanedanın sondan bir önceki, 29 Mayıs 1453 günü surlarda Fatih'in ordusuna karşı savaşırken can verdiğine inanılan son Bizans imparatoru Konstantin XI. Palaiologos'tan bir önceki imparatordur.

John Palaiologos VIII 1422 yılında II. Murat'ın Konstantinopolis kuşatmasından şehrini teslim etmeden kurtulmuş ama Osmanlılar'ın gittikçe artan tehdidine karşı 1439 yılında Floransaya giderek Katolik Kilisesi ve Avrupa ile destek bulabilmek umuduyla uzlaşmayı denemiştir. Katoliklik ve Ortodoksluk arasındaki dogmatik farklılıkları ortadan kaldırmak ve iki kiliseyi birleştirmek amacıyla Ferrera Floransa'da Papa VI. Eugene ile aralarında Bizans imparatoru John ve Konstantinopolis Patriği'nin de olduğu 700 delegenin katıldığı katolik ekümenik konsülünde başlıca tartışılan konu "filioque" yani her iki mezhepte farklı yorumlanan Yüce Ruh, İsa ve Tanrı'nın "üçlük" ilişkisinin biçim ve içeriği olmuştur. 


1439 Ferrera Floransa Katolik Ekümenik Konsülü

John Palaiologos Ortodoksluğun temel farklılıklarını yok saymak pahasına krallığını (yıl 1439 itibarıyla artık Bizans'a imparatorluk değil küçük bir krallık demek daha uygun olur diye düşünüyorum) korumak için, niyeti uzlaşmak değil köşeye sıkışmış Bizans'ı ve Ortodoks Patrikliğini dize getirmek olan konsülün karar metnine Papa Eugene ile birlikte imza atmıştır (Cyril Mango'nun The Oxford History of Bizantium adlı kitabında belgenin imzalı orijinalinin resmi bulunmaktadır). Halkını ve şehrini yaklaşan Osmanlı tehdidine karşı korumak için katolik batının yardımını alabilmek uğruna altına imza attığı ortodoksluğu bir nevi katolik romaya bağlayan "sözleşme" ortodoks doğu kiliselerinde hiçbir zaman kabul görmemiş, keza Batı'da söz verilen haçlı seferlerini (ki sonuncusunda Kudüs'e gitmek yerine Papa'nın emriyle Konstaninopolis'i işgal etmişlerdir) ya da askeri yardımları hiçbir zaman göndermemiş, sapkın adlettikleri Ortodoks Bizanslıları Osmanlılarla kaderlerine terk etmişlerdir. 

Bu noktada John Palaiologos'un yeri geldiğinde kendi kilisesi ve halkını karşısına alarak verdiği büyük uğraş yadsınamaz, bu Floransa yolculuğunun sonuna doğru karısı Trabzonlu Maria vebaya yakalanarak ölmüş fakat bu John'dan saklanmış, kışın ortasında Aralık ayında denizden yapılan geri dönüş yolu boyunca saklanan gerçeği imparator şubatta Konstantinopolis'e dönünce öğrenmiştir. 1448 yılında şehri düşmeden 5 yıl önce ölmüş ama her iki tarafın da imzalanmasından sonra geçersiz saydığı Floransa konsülü bildirgesi nedeniyle ömrünün geri kalanını kendi halkı ve kilisesi tarafından hain olarak suçlanarak geçirmiştir. Konsülden 14 yıl sonra, 29 Mayıs'ta şehir düşerken Papalık tarafından John'a söz verilen askeri yardım hiçbir zaman yola çıkmamıştır.