4 Şubat 2013 Pazartesi

Bir etik rehber olarak İlyada

Annesi Musa’yı bir sepette Nil Nehri’ne bıraktıktan 400 yıl sonra, Meryem’in Nasıra’da İsa’yı dünyaya getirmesinden 1200 yıl önce, bugünkü Türkiye’de, Çanakkale’de, bir Anadolu uygarlığı olan Troya şehri Yunanistan’dan gelen Akhalar yani Hellen kavimleri tarafından 10 yıllık bir savaştan sonra yıkıldı. Biz bugün, 3200 yıl sonra, bu savaşın hikâyesini İzmirli şair Homeros’un destanı İlyada’dan öğreniyoruz.
Homeros’un İlyada Destanı’nı derlediği milattan önce sekizinci yüzyıldan, modern anlamda felsefenin köklerinin Atina’da filizlendiği dördüncü yüzyıla kadar, dört yüzyıl boyunca İlyada Ege Denizi etrafında Yunan toplumunun değerlerini belirleyen yegâne yazılı eser olur. Bugün bizim için güzel bir şiir, eski bir destan olan bu kitabın o zamanlarda farkli bir islevi vardı. İlyada eğitim için kullanılan neredeyse tek yazılı metindi. Okul eğitiminin ve dini eğitimin en önemli kısmı İlyada ezberiydi. Bugün nasıl insanların büyük çoğunluğu değerlerini, doğrularını ve yanlışlarını inandıkları dinlerin kutsal kitaplarından öğreniyorsa, o zamanlar da bunları İlyada’dan öğreniyordu.  Ta ki Sokrates ve Platon, İlyada’da bahsedilen, tanrıların insanları gönüllerince cezalandırıp ödüllendirdiği dini düzenle, şan ve şerefin sadece savaşlardaki cesaret ve dirayetle kazanıldığı etik sistemin felsefe ile eleştirisini yapıp, “Neye göre yaşamalıyız, doğru ve yanlış nedir? Etik nedir?” sorularını sorana kadar. Homeros’un sorumsuz tanrılarını eleştirmek, gençleri zehirlemekle suçlanan Sokrates’in hayatına mal oldu. İki filozof bir manada kutsal kitabı İlyada olan çok tanrılı pagan dinleri bitirip, bildiğimiz anlamda tek tanrılı ve kutsal kitaplı dinlerin kapısını açan süreci başlatıyordu, her ne kadar tam olarak istedikleri bu olmasa da…
Büyük İskender mezara Homeros’un İlyada’sının konulmasını emrediyor. - Jean Pénicaud III – 16. YY. Hocası Aristoteles de olsa, Büyük İskender de İlyada ezberi ile yetişmişti, rivayete göre her akşam yastığının altına İlyada’yı koyarak uyurmus.
İlyada’nın Dili
Homeros aslında bu savaştan yaklaşık 400 yıl sonra yaşamıştı, on beş bin küsur dizelik destan şiiri tek başına yazdı demektense, sözlü bir geleneğin ürünü olan, yüzyıllardır biriken, birbirinden ayrı parçaları derledi ve İlyada’yı oluşturdu demek daha doğru olur sanırım. Onun yaşadığı yıllarda muhtemelen İlyada çoktan oluşmuştu ve dizeleri gezgin ozanlar tarafından ezbere söyleniyordu, O ise muhtemelen bu dizeleri alıp yazıya döken ilk kişiydi.
Homeros – Büst – Helenistik Dönem
Bugün bizler bu dizelerin kendi dilimize çevirilerini okuyoruz. Şiirler en iyi çeviride bile orijinalinin tadını veremezken, insan haklı olarak çevirisi bile böylesine güzelse kim bilir aslı ne kadar güzeldi acaba diye düşünür. Homeros bu dizeleri İon lehçesiyle eski Yunanca olarak yazdı, artık koskoca dünyada çok az sayıda insanın İlyada’yı Homeros’un dilinden okuyabildiğini düşünmek garip bir his. Aşağıdaki linkten Kansas Üniversitesi’nde Eski Yunanca ve Latince profesörü Stanley Lombardo’nun sesinden İlyada’nın, Homeros’un yazdığı Eski Yunanca okunuşunu bulabilirsiniz; dilinin neye benzediğini anlamak ve fikir vermesi için faydalı olabilir. Ben maalesef Yunanca bilmiyorum ama eğer kulaklarım beni yanıltmıyorsa, modern Yunancadan oldukça farklı ve tam da hayal ettiğim gibi bir müziği var. İnsanlar bu destanı üç bin yıldır boşuna bu kadar sevmemiş.
https://www.youtube.com/watch?v=blRs0_gFG4Q


Akhilleus can dostu Patroklos’un yaralarını sarıyor. – MÖ 5. Yüzyıl Yunan vazo deseni
Destanın konusu
Koskoca İlyada’yı bir paragrafta özetlemeye çalışmak iddialı bir girişim olacak ama çaresiz deneyelim;
Hikaye Troya savaşı esnasında Yunan kralı Agamemnon’un yine kendi tarafında savaşan Akhilleus’un tutsağı Briseis’i zorla alması üzerine, Akhilleus’un Kral Agamemnon’a küserek savaşmayı reddetmesi ve çadırına çekilmesi ile başlar.  Sonrasında en yakın dostu Patroklos’un öldürülmesi üzerine tekrar savaşa katılan Akhilleus’un, Troyalı Prens Hektor’u öldürmesi ve cesedini babası Troya Kralı Priamos’a vermesi ile son bulur. Birçok insanın zannettiğinin aksine kitapta on yıllık savaşın ne başı ne sonu vardır; Homeros bize sadece savaşın dokuzuncu yılında elli bir günlük bir süreyi anlatır. Her ne kadar destanda Homeros bize savaşın çıkış hikayesini, yani Troya Prensi Paris’in Yunan prensesi Helen’i kaçırması üzerine, bir kadın anlaşmazlığı sonucunda çıktığını anlatsa da savaşın sonundan pek bahsetmez,  Troya Atı ve benzeri hikayeler için Odysseia ve dönemin diğer destanlarını okumanız gerekir. 
Hikayenin kahramanı Akhilleus gibi gözükse de bence aslında gizli kahraman Paris’in kardeşi Hektor’dur. Hektor hikayedeki tek doğru ve sorumluluk sahibi kahramandır. Kendisinin başlatmadığı bir savaşta şehrini, yeni doğmuş bebeğini ve karısını korumaya çalışır. Başına gelenleri kabul edişindeki olgunluk, sorumluluklarına olan bağlılığı insanı şaşırtır. Kendisi de Anadolulu, İzmirli olan Homeros, destan boyunca Hellenlerin yiğitliklerini ve cesaretlerini över ama aslında satır aralarında gerçekte övdüğü, medeni ve akıllı Troyalılardır. Destanın artık tüm Ege Hellen hâkimiyeti altındayken yazıldığını, İonyalı yani Anadolulu bile olsa yazarın koruması gereken politik dengeler olduğunu unutmamalıyız.
Hektor’un cesedi Troy’a taşınıyor.- MÖ 2. YY – Roma kabartması – Louvre Müzesi
Şimdi gelelim gerçek hikayeye; Hellenler Yunanistan’a kuzeyden inen kavimlerdir ve bir sonraki durakları toprakları, zenginliği ve medeniyetiyle iştah kabartan Anadolu devleti Troya olur. Yani bu son derece pragmatik, ekonomik sebeplerle şekillenmiş, genişleme amaçlı bir yağma savaşıdır. Destan Hellen hakimiyeti esnasında yazıldığı için Hellenlerin bu savaşı Prenseslerinin kaçırılması üzerine haklı olarak çıkardıklarını iddia eder ve işgali aklamaya çalışır. Savaş Hellen kavimlerinin Anadolu’daki zenginliğe, ticarete ve özellikle bronza ulaşması için yapılır. O esnada Anadolu’da bulunan Hititler, Frigyalılar ve Lidyalılar muhtemelen Troyalılarla müttefik olur ve Troya saflarında Anadolu’yu korumak için savaşa katılır. Hellen tarafı da yine bir toparlama ordudur, Agamemnon’un başında olduğu ordu tüm Hellen krallıklarından, yani Ege’nin karşı tarafından toplanır.
Troya savaşı aynı zamanda Anadolu’daki Hellen hakimiyetinin de başlangıç noktasıdır.
Tanrılar
Homeros destana tanrıları da dahil eder, neredeyse insanların yanında onlar da saf tutar ve savaşır. Buradaki ilginç nokta ise Anadolu’ya gelen Hellenler’in kendi pagan tanrıları ile Anadolu’daki Troya, Lidya, Frigya ve Hitit medeniyetlerinin pagan tanrılarını birleştirerek oluşturdukları Olimpos Tanrıları’nın üstü kapalı doğuş hikayesini destanda bulmamızdır. Destan boyunca Hera, Athena ve Poseidon Hellenlerin yanında, Apollo, Afrodit ve Artemis Troyalıların yanında yer alır. Bu tanrıların da savaşa destekledikleri tarafların yanında katıldıklarını görürüz. Bu da son derece doğaldır, zira savaş sadece Anadolu ve Hellen halklarının savaşı olmaktan çıkmış, aynı zamanda Anadolu kökenli pagan tanrılarla Hellen kökenli pagan tanrıların da savaşına dönüşmüştür. Savaş bitip de Ege’nin her iki yakasında da Hellen hakimiyeti kurulunca, Anadolu kökenli pagan tanrıları da Hellenlerin içinde erimiş ve bence dengeyi korumak için bir de tarafsız lider kültü (Zeus) ile iki halkın dini inançları arasında bir ortak uzlaşmaya varılarak bugün bildiğimiz Yunan mitolojik tanrıları ortaya çıkmış.
Anadolu kökenli tanrı Apollo
Bir etik rehber ve eğitim aracı olarak İlyada
Din kitapları toplumların etik değerlerinin ve sosyal kurallarının yazılı halde vücut bulmuş, coğrafyadan coğrafyaya değişen ritüeller ile süslenmiş halidir. Bu bağlamda, tüm öğrencilere ezberletilmesi, Olimpos tanrıları ile ilgili neredeyse tek yazılı kaynak olması ve toplumun değerlerini belirlemesi açısından İlyada’nın dört yüzyıl boyunca Ege kıyılarında sahip olduğu etki bir din kitabı etkisidir denebilir.
İlyada’nın okuyucusuna sunduğu dini ve etik değerleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz; 
-          İnsanlar tanrılara inanmalı ve onlara kurbanlar sunmalıdır. Tanrılar insanların kaderi üzerinde tam hüküm sahibidir.
-          Tanrılar herhangi bir etik anlayışıyla hareket etmez ve karar vermez; tanrılar istediği için son derece güzel ya da sıkıntılı bir hayatınız olabilir ve bunun neyi hakkettiğinizle hiçbir alakası yoktur. İlyada’da Zeus’un Agamemnon’u yanıltmak amacıyla ona yanlış bir rüya gördürmesi ve bu manada yalan söylemesi bunun en basit örneğidir. Ayrıca Homeros’un tanrıları yeri gelir birbirleriyle de kavga eder; bunun insanlar açısından ne büyük bir problem yaratabileceğini kolaylıkla hayal edebilirsiniz, birbirinden farklı beklentileri olan tanrılarınız var ve birini memnun etmek isterken ötekini kızdırmak kaçınılmaz oluyor. Tanrılarınız birbirleriyle kavga ediyor, kızıyor, kıskanıyor, aldatıyor, yalan söylüyor ve sizin iyiliğinizle ilgili hiçbir tasaları yok. 
-          Hayatta en önemli şey şan ve şereftir, bunlar savaşta ne derece cesur ve dirayetli olmanızla kazanılır ya da kaybedilir. Adil, yardım sever, dürüst ve çalışkan olmanız görece önemsizdir. 
-          Etik olarak son derece yanlış işler dahi “tanrıların onayı” varsa yapılabilir.
Gelelim bugün bildiğimiz anlamda felsefenin başladığı ve insanların, “Doğru nedir, neye göre yaşamalıyız?” sorularını ilk defa sordukları milattan önce dördüncü yüzyıla; Plato Cumhuriyet’te, Aristoteles ise Poetika’da eğitimin İlyada ezberleri ile yapılmasına karşı çıkar. İnsanlar iyi ve kötüye kendi akıllarıyla karar verebilmeli, tanrıların her istediği olmamalıdır. İnsan kendi başına gelenlerden büyük ölçüde kendi sorumlu olmalıdır, hele de tanrılar böylesine sorumsuz ve vurdumduymaz olunca.



Sokrates’in Ölümü - Jacques-Louis David – 1787 / Sokrates gençleri sorularıyla zehirlediği için baldıran zehriyle idam edildi.

Sokrates Atinalıların canını inançlarını “Sokratik Yöntemlerle” sorgulayan sorularıyla sıkar ve bedelini canıyla öder. Mahkemede Sokrates’i dinsizlikle suçlayan Meletus’un Atina’daki gezgin ozanları temsil etmesi bile birçok şeyi açıklar. Sokrates, Homeros’un tanrılarını ve İlyada’yı, yani Meletus ve arkadaşlarının ekmek kapılarını eleştirince belli ki ondan kurtulmak istemişler.
Sokrates’in öğrencisi Platon ise ilk defa tanrıları bugün bildiğimiz anlamda “iyi” ve “doğru” olarak biçimlendirir. Platon’un tanrıları artık yalan söylemez, eşlerini aldatmaz, kıskanmaz ve insanlara kötülük yapmazlar. İdea kavramını geliştirir, yani görüp dokunduğumuz her şey ideaların bir simgesidir, içinde yaşadığımız dünyayı gerçek sanmamıza rağmen sadece gerçeğinin bir suretidir.
Platon’un öğrencisi Aristoteles ise Platon’un idealar ile “göklere” taşıdığı felsefeyi ampirik gözlemler ve deneylerle “dünyaya geri indirir”. Artık insanlık bir çağı kapatıp başka bir çağı başlatmaktadır. İlyada artık sadece çok güzel bir destan olacak, ilerleyen yüzyıllarda yerini yavaş yavaş Yeni Ahit’e bırakacaktır.

Atina Okulu (Detay)– Rafael – 1510 / Solda Platon eliyle “gökyüzünü ve cenneti” işaret ederken, sağda felsefeyi gözlem ve deneyle somutlaştırıp göklerden yere indiren öğrencisi Aristoteles ise “yeri” işaret ediyor.